Görmeden Önce Ölmeniz Gereken Sıpsıradan Bir Yer: Vama Veche

Created with Sketch.

Görmeden Önce Ölmeniz Gereken Sıpsıradan Bir Yer: Vama Veche

  

Görmeden Önce Ölmeniz Gereken Sıpsıradan Bir Yer: Vama Veche

Hayda, gezi yazısına böyle bir başlık!
Eh yol insanıyız, bazı bazı mecburi güzergahlarda yeryüzünün cehennemlerine de rastlayabiliyoruz. Ayak bastığımız her yere hayran olduğumuz bir dünya yok maalesef. Vama Veche de o yerlerden bir tanesi. Mecburi güzergah, kampa elverişli. Fakat cennet de cehennem de göreceli, o kadar kalabalık bir yer ki, orayı cennet belleyenlerin, akın edenlerin bir bildiği olmalı. Ben başlıktaki yanlı tutumu bir yana bırakıp bahsedeyim en iyisi oradan. Burnumuzun dibi Vama Veche, yeşil renkli deniziyle, yosun kokan Vama Veche… Tamam tamam, objektif olacağım.


Tracer’ımla yollardayım yeniden. Kış bastırıyor elimi de çabuk tutuyorum bir yandan. Bulgaristan’da Burgas gibi bir cennete uğradıktan sonra, sınıra bilmem kaç kilometre ötedeki Romanya’nın sıcaklığına kendimi bıraktım. Romanya’da asıl hedef, Erdel adıyla nam salmış Transilvanya çünkü. Dinlence için seçtiğim Vama Veche’de bir gececik konaklayıverdim. 21. yüzyıl “çiçek çocukları”nın uğrak yeri haline gelmiş adeta. Yani plaj kitlesi belirli bir prototipe sahip. Sürekli olarak “parti modu”nda olan insanlar sayesinde sabaha kadar duptıslı müzik sesleri asla dinmiyor. Yani huzur için değil de arkadaşlarla biraz eğlenip ertesi sabah baş ağrısıyla uyanmak için ideal bir uğrak yeri olabilir Vama Veche.


Hakkını yemeyelim, plajda tatlı kafeler de yok değil, üstelik uygun fiyata bir şeyler yudumlayabileceğiniz düzeyde. Ama deniz ne yazık ki çok kirli, yüzülemez düzeyde kirli. Keşke belediye bir el atsa. Ama kafası kıyak çiçek çocukların pek de umrunda değil deniz kirli mi, durgun mu, temiz mi, yeşil mi… Su buldun bırak kendini.

Romanya-3.jpeg

Geleyim asıl meseleye! Vama Veche’ye hava kararmak üzerkeyken ulaştım. Plajda dört beş çadır daha vardı, ben de ortalarına yerleştim. Zaten yorgunum da çok geç olmadan uyku moduna geçtim. Tulumumun içine kıvrılmış uyurken, konuşma sesleri duydum. Bazen uykuyla uyanıklık arası oluyor bana, sesler rüyadan mı gerçek hayattan mı anlamaya çalışıyorum, sonra tekrar sızıyorum. Bu sefer sesler fazla dikkatimi çekmiş olmalı ki gözlerimi de aralamışım. Yine rüya mı, gerçek mi anlayamadığım bir kafa görüyorum karşımda! 

Meğer gerçek kafaymış. :( Bağırarak kalkmaya yelteniyorum, ama elim kolum tulumun içinde, ben de tulumla birlikte doğrulmaya çalışıyorum. :) Tabii onlar da bağırmamla birlikte koşarak kaçıyorlar, onlar diyorum çünkü iki kişi olduklarını öğreniyorum kafamı dışarı çıkarıp arkalarından baktığımda. Koştukları yönü gördükten sonra, çadırın önündeki pantolonumu ve polarımı fark edince mevzuyu anladım, SOYULMUŞUM! Hatta o kafalarını soktukları yerin, fermuar değil de bir yırtık olduğunu gördüm. Gitti Marmot… 

Hızlıca başladım bakınmaya, ama nasıl gergin ve telaşlıyım, başka nelerim eksik diye deli gibi kontrol ediyorum. Sesli sesli pasaport  burada, telefon burada, aksiyon kamera burada, cüzdan burada, galiba her şey burada duruyor ohhhh! Yok yok bir şey eksik, sırt çantam, evet çantam eksik! Bilgisayarımı ve kıyafetlerimi taşıdığım çantam yok. :(

Üşengeç biri olduğum için şükrettiğim bir güne daha şahit oldum. Gece uyumadan önce bilgisayarı ve taşınabilir harddiski üşenip geri de koymamıştım, ayağımın ucuna sallamıştım. Alp kral adamsın be, hep böyle dağınık kal. Babam hep “köpeği bağlasan durmaz” derdi odam için, durmasın babacım, it kopuk uğramasın ne güzel.

Acer’ın hediye ettiği laptopta pek kimsenin gözü de kalmamış sanırım, laptop hala benimle. Galiba sadece içinde kıyafetlerim olan sırt çantam yok. 

20161001_042911-01.jpeg

Akşam geldiğimde de icimde kötü bir his vardı, büyük dry bagi de içeri almıştım. İyi ki de almışım, onu alıp gitseler fark etmezdim bile. Tek eksik çanta olunca süper rahatlamış hissettim, ama bu rahatlık uzun sürmedi. Güzelim Marmot’umda kocaman yırtık vardı ve baktıkca gözlerim doluyordu, hem iç tentede hem dış tentede kocaman kesik. :( Ve tabii ki içinde kıyafetlerimin olduğu sırt çantam da yok artık.

Siz benim çadırımı nasıl kesersiniz diye söylenerek başladım giyinmeye, dışarıda yerde duran eşyalarımı da toparladım. Hatta tuzağa gelmeyeyim diye değerli eşyaları da aldım yanıma. Lambamı yakıp gittikleri yöne doğru ilerlemeye başladım. Arada da lambayı çadıra çeviriyorum ve kimse gelmiş mi diye kontrol ediyorum. Ayrıca biliyorum ki beni bir yerden izliyor bunlar beni. “Bakın uzaklaşsam da bi gözüm çadırda, arkamdan girmeye kalkışmayın” diye de arada çadıra ışık tutarak mesajımı veriyorum. 

Altmış yetmiş metre kadar yürüdükten sonra, çöplerin bir mavi poşet dikkatimi çekiyor. Yakınlaşıyorum, hayır hayır poşet değil o benim çantam, çalınan çantam! Ya resmen çantamı olaydan birkaç dakika sonra buluyorum, keşke tüm soyulmalar böyle olsa. :) Bir yandan çadırı da kontrol ederek, çantayı ve etrafa saçtıkları kıyafetleri toparlıyorum. Ön bölme tamamen boş, içindekiler gitmiş, ama içinde neler vardı hatırlamıyorum. Galiba mini Rusça kitapçığım ve stickerlarım vardı. Yani umarım…

Çantayı alıp izlerinden yol boyunca devam ettim, hatta bir ara çadırımdan ne kadar uzaklaştığım anlamaşılmasın diye ışığımı da kapadım öyle yol aldım. Siz çakalsanız ben de çakalım, hem beni tanımıyorsunuz. xD

20160731_091025_Pano-01 kopya.jpg

Tabii ki kimseleri bulamadan geri döndüm. Şu çantayı tekrardan sakin kafayla kontrol ettim, hatırladığım kadarıyla USB dönüştürücü kablom, bilgisayarımın şarj adaptörü ve komikli çoraplarım eksikti. Hani şu çadırdan dışarı salladıklarım. Bir ona üzüldüm, hediyeydi çünkü. :( Diğerleri halledilir nasıl olsa.

20161001_044100_HDR-01.jpeg

Neredeyse her şey yolunda olduğuna göre, geriye çadırdaki koca yırtıklar kaldı. O yırtıklar varken uyuyamam, böcek girer! Hırsızlar sorun değil, ama böcek işi önemli. :) Elimde kısa kısa ipler vardı, altı farklı renkte güzelce diktim o koca kesiği, hatta bir de ‘Vama’ yazdım, günün anısına. Sonra tekrar tuluma girdim hiçbir şey olmamış gibi. Hava da  zaten 8-10 derece civarı, koştururken anlamamışım, ama üşümüşüm de. Isınmaya çalışırken sızmışım, gözlerimi açtığımda plajda gün başlamıştı bile.


(Nasıl dikmişim?)


Ayak kısmında başka bir yırtık daha varmış onu da gündüz farkettim. Sanırım ilk oradan bakmışlar içeriye ve planlama yapmışlar. Ben çadırın solunda yatıyordum, onlar da sağından kesmişler çadırı.

20161001_073722_HDR-01.jpeg

Gündüz gözüyle şuralara tekrar bakayım diye tekrar çıktım o kaçtıkları yöne doğru. İlk önce şarj adaptörü ve kabloları buldum. Biraz daha ileride de komikli çoraplar. Vay be!


Keyfim nasıl yerinde, çadıra döndüm ve güzel bir filtre kahve hazırladım. Denize karşı yudumlarken, ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Bedeli hiç ağır olmayan bir tecrübe daha kazanabildiğim için de şükrettim. Her tercrübe böyle kazanılmıyor sonuçta!


Üzerinden uzun zaman geçmiş, ben tabii ki kamplarıma kaldığı yerden devam ettim. Hatta hemen ertesi gün Transfagarasan’da zirveye yakın, gece insanın pek olmadığı güzel bir yerde kamp yaptım ve bu güzel sabaha uyandım. Korktum mu, hayır. Yalnız bir önceki geceyi düşünürken korkmadığımı söyleyemem. Olay henüz yeni yaşanmışken pek farkına varamasam da sakin bir kafayla değerlendirince durumun ciddiyeti ve başıma gelebilecek diğer senaryolar… :(

Başıma gelen bu maceranın ardından belki de 100 farklı noktada çadırda kalmaya devam ettim. Başıma buna benzer bir şey gelmedi. Eğer korksaydım ve kamp hayatından uzaklaşsaydım, böyle güzel yerlerin hiçbirinde uyuyamazdım.

 

4 cevap

  1. umurdilek dedi ki:

    Geçmiş olsun gerçekten. Ders niteliğinde oldu yazın… Nasıl önlem alınır çadırı delen manyaklara onu da bilmiyorum ya :)

  2. TC Oner Bakır dedi ki:

    Geçmiş olsun Alp Mor.Dikkatli ol,sağsalim dön…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir