Hileli Hurdalı Likya Yolu

Created with Sketch.

Hileli Hurdalı Likya Yolu

Hileli Hurdalı Likya Yolu
“Helal Sana Koca Basenli Tubakız”

Beni hiçbir zaman bir “piremses” gibi değil, her daim insan gibi hissettiren sevgili yoldaşım Alp Mor’a…
Hayır tabii sevgili okurlar, bu yazı hepinize.
Yani tahmini bir on on beş kişi falansınız, aranızda paylaşırsınız. İşinize karışmak gibi olmasın da, finalde belki Facebook’ta bile paylaşırsınız.

E basenlerinden bize ne Tubakız, hani burada hep Alp’i gömecektik?
Vallah ben de bıktım bu kendiyle barışık insan olmaktan, ‘body positivity’ geyiklerinden falan ama, ben tıknaz bir bireyimdir sevgili okurlar. Alp de bakar bakar güler hep. Şimdi belki artık şakacılığı bir kenara bırakıp da adam akıllı gezi yazısı yazarsam eğer, uzun ve yorucu doğa yürüyüşlerine hazırlanan basenli bireylere belki bir faydam, tavsiyem olur buna değinersem.
‘Helal bana’ çünkü, patikalarda keklik gibi sekiyordum; hatta çoğunlukla öne düşüp izleri ben takip ediyordum ama ne zaman tırmanışa ya da inişe geçsek basenlerim başıma bela oluyordu. Yukarıya doğru adım atıyordum, basenlerim aşağı çekiyordu. Taşlı ya da karlı kaygan eğimli zeminde mini bir adım atıp temkinli davranayım diyordum basenlerim beni gene aşağı çekiyordu. Ben de çoğu zaman popo üstünde inişe geçiyordum kaya kaya, fiyuuu!
Yani devasa çantalarımız değil ama basenlerim yol boyu beni epey yordu sevgili okurlar. Neyse ki yüreğim de basenlerim kadar kocamanmış da sızlanmadan hedeflediğimiz noktaya kadar varabildim, varabildik.

IMG_20170226_150759_731.jpg

‘Balkan Seferi’mizin kalbimdeki yeri apayrı. Ama Alp bana, Likya’yı da yazar mısın Tubakız demiş bulundu bir kere; benim onu kırmam ne mümkün?
Fakat muhtemelen şey gibi olacak bu, çok sevilen bir filmin hiç tutmayan devam filmi gibi. Ya da ilk evlat hep başka olur gibi. Yani ben beklentimi peşinen indirdim, siz de indirin lütfen.
Ve yine yeniden belirteyim ki muhtemelen bu da tam anlamıyla bir gezi yazısı olamayacak. ‘Çantanız kaç litre olmalı, günlük kaç km yürümelisiniz, ne giymeli, ne götürmelisiniz’i falan en iyi kendiniz bilirsiniz, ben kimim ki tavsiyede bulunayım.
Nurgaz sponsorluğunda Beydağları’ndaki ağaçları az daha ateşe veriyor oluşumuzdan, Olimpos yolunda, kendini savaş gazisi ya da mağduru olarak tanıtan bir Rus gençten ve dünya iyisi gözlemeci bir amcadan bahsedeceğim ben. Bir de işte ne alaka ama, yukarıda da bahsetmiş bulundum bir kere; basenlerimden.
-Yine çok çarpıcı gündem maddelerin var Tubakız.
Finalde de bir “müjde” vereceğim size sevgili okurlar.

Neyse, uzatmayayım da tek seferde yazıp bitireyim bu kez.

IMG_20170130_165631_714.jpg

Sevgili yoldaşım Alp, biliyorsunuz Yamaha’yı görünce Boxer’ın kıçına tekmeyi basmıştı. Bu tıpkı genç sevgili bulup hanımını boşayan adamlar gibiydi aynı, evet. Hazır motorsuzken acaba Likya’yı mı yürüsek Tubakız dedi bana bir akşam, kötürüm bir kimse olsam bile bu teklife evet derdim, çünkü vallah billah onu kırmam ne mümkün…
Alp’le ilk tanıştığımızda bana birtakım sözlerle ahkam kesmişti, hiç unutmam. Çünkü ben belirli noktalara kadar uçak, tren gibi vasıtalarla giden, yolun kalanına da otostop ya da Allah ne verdilerse devam eden tatlı su gezgini idim onun gözünde. Demişti ki:
“Dünya en iyi yürüyerek gezilir, bu mümkün değilse bisiklet, o da yoksa motosiklet ile. Fakat dünya asla uçakla gezilmez, ge – zil – mez.”
Biliyoruz lan! Ama öyle de mutluydum.

1010043-01.jpeg

Ben ilk kez Alp ile motor üzerinde bir sefere çıkmıştım. Bu da onun ilk sırt çantalı yolculuğu oldu. Birbirimize iade-i ziyarette bulunmuşuz gibi aynı. Uçaktan zaten hazzetmezdi, otostop işini de sevmedi. Bu beni biraz üzdü çünkü, ben nasıl motordan keyif aldıysam o da otostobu bir bok beller zannettim. Ona göre değilmiş. Bir de Alp’i motor hariç her araç “tutuyor” ya, böyle bir prenseslik görmedim ben. Ben öyle miyim ama sevgili okurlar, eşek sırtında, deve üstünde bile yola düşmüşlüğüm var. Dört ayaklılara değinmişken de söyleyeyim, nihai gayem Alp’in de kafasını bulandırıp birer katır alarak katır sırtında yola düşmek. Alp bu işe yanaşmazsa da bunu yalnız başarıp “katırımla.net” adresi ile Alp’i kısmetse bu piyasada bitirmek. Hahaha. Yine iyilik ve güzellik saçıyorsun Tubakız.
Bir de yük taşıma fikri de hiç hoşuna gitmedi sevgili yoldaşımın. Habire, motorda ne güzeldik, kavun bile taşıyorduk diyip hayıflandı, hayıflandık. Hakikaten sevgili okurlar motorda ne güzeldik.
Ben de tam bir omurgasız gibi eski alışkanlıklarımı tamamen terk eyleyip sanki hep motorumla sefere çıkıyormuşum gibi onun serzenişlerine ortaklık ettim. Lan insanoğlu özünü unutmaya ne kadar meyilli değil mi sevgili okurlar… Ben bile böyle “şrfsz” isem, kim bilir siz nasılsınızdır?
Dövmeyin, şaka ediyorum.

1010131-01.jpeg

Bu arada yolun tamamını yürümedik. Eğer olur da “part -2” gelirse Patara-Fethiye arası için gelir, onu da kim bilir ne zaman yaparız.
(Bir de Alp bana sponsor nimetiyle “beleş” bir içlik ve kışlık uyku tulumu ayarladı, ondan da bahsedeceğim. Başta hık mık, benim param yok mu, ben kendime yetemiyor muyum yaa diyip reddetsem de, sonra kaç lira kâra geçeceğimizi hesap ettikten sonra elbette kabul ettim. Ufak hesaplar peşinde koşup, her şeyi ucuzu ve beleşiyle halledebildiğimiz için canım yoldaşımı her geçen gün daha da çok seviyor, benimsiyordum.)

Yol Öncesi

İlk uzun yol yürüme tecrübemiz olacağından ikimiz de pek heyecanlıydık.
Bir de ben gazi şehrimize göçmeden önce bir beş yıl kadar Antalya’da yaşamıştım. Bir kentten ne kadar nefret edilirse o kadar ediyordum. Ben zaten gittiğim her şehre hayranlık, yaşadığım her şehre de öfke duyuyorum. İflah olmaz bir memnuniyetsizimdir belki ama, oraları yıllar sonra Alp’le göreceğim için bir şekilde mutluydum. Çünkü Alp gazi şehrimize ayak bastığında, o taşı toprağı taş toprak şehir bile yeşillenmişti birden gözümde. Muhtemelen şimdi Antalya için de böyle olacaktı. Nitekim, o İstanbul’dan; ben is kokulu, pis kokulu zift kokulu gazi şehrimizden, Likya için hazırlığa koyulduk.

IMG_20170222_211929_730.jpg

Minimalist insanlarız, yani yol öncesi bir malzeme listesi hazırladığımızda çantalarımızın maksimum 6’şar kilo olmasını hesap ettik. Çünkü fuzuli olan hiçbir şeyi almıyoruz, çoğu şeyi ortak kullanıyoruz, her şeyden kısıyoruz falan…
Her şeyden kısacağız ama Alp kısa kısa kulak çöpünden kısmış, işte görev dağılımı yapıyoruz, sen macun getir, ben mendil getireyim… Birkaç gün yol yaptıktan sonra ilk temizlenme gününde Alp çantayı bir açtı; üç kulak çöpü var. E ama bizim toplam kulak sayımız dört?
Amma da şakacısın ustacığım.
Cidden ağırlık olmasın diye totalde üç kulak çöpü getirmiş.

Profesyonel yürüyüşçüler olmadığımızdan, hele ben hiçbir alanda profesyonel olmadığımdan çok sağlam çantalarımız ve uzun doğa yürüyüşüne elverişli ekipmanımız yoktu. Yani biz aman altı kiloyu geçmeyelim diye donumuzdan tişörtümüzden kısmışken, birer kiloluk matlar, tulumlar falanlar filanlarla çantalar oldu mu sana onar kilo… Bir de yemek zulalıyoruz sık sık. Hele Alp’in benim için ayarladığı tulum neredeyse iki kilogram ağırlığında, ama beleş işte ne güzel, bir de beleş olduğu için öyle güzel ısıttı ki, çoğu gece mutluluktan yatamadım. (Hisarçandır, bir de Gelidonya öncesi hariç)

Ben kimim ki tavsiye vereyim falan dedim ama çantalar gerçekten çok önemli sevgili okurlar. Ağırlığına, ergonomikliğine dikkat etmek gerek. Biz ilk birkaç gün sızlandık ama sonra ya alıştık ya kanıksadık ya da sevinçten unuttuk.

1000794-01.jpeg

Dağlardan Düzlüğe: Hisarçandır – Göynük
Belimiz ilk burada büküldü. Tabii ben daha Olimpos yolundan bihaberim, dağlarla karlarla çevriliyiz ya daha çetin bir yolla karşılaşmayız sanıyorum. Bir de alt tarafı 19 km’lik yol, millet bir günde yürüyordur ama biz üç günde vardık Göynük Kanyonu’na. Çünkü karda izleri takip edemeyince kaybolduk. Bir de alışma sürecindeyiz diye ağırdan aldık. Hisarçandır yolunda karları görene kadar yol epey sıkıcı geçti, tek tük yayla evleri, az ötede av tüfekleri falan derken bizi bir hüzün bastı ayy bu muymuş Likya, hiç keyif alamıyoruz falan… Amma cahiliz sevgili okurlar. Bu arada yolda her kimi gördüysek bize oraya gitmeyin, tekin değil falan dendi ama hayvandan falan zaten korkmuyoruz, bir de yolda bir süre sonra insan da görmeyeceğimize göre tehlike zaten olmayacak ama dize kadar batacağımız karı ve kaybolmayı hesaba katmadık tabii. Bu arada tozluk şart sevgili okurlar. Bizim tozluğumuz olmadığı için yanımızda yoktu ama olsaydı da kulak çöpünden feragat eden adam, iki gün kar görecek diye yanında tozluk mu taşırdı dersiniz? Oh be, yavaş yavaş gömmeye başladım sevgili ustacığımı.
Gün akşama doğru kavuşmadan bembeyaz buzların üstünde seferin ilk dondurucu gecesini geçirdik. Daha önce hiç kar üstünde uyumamıştım. Üşümek dışında bir numarası yokmuş. Kara gereksiz romantizm yüklemeyi de o gece itibariyle bir kenara atmış oldum. Siz de kara ya da herhangi bir şeye romantik manalar yüklüyorduysanız, yüklememenizi öneririm.

1000806-01.jpg

Ufak Bir Alt Başlık:
Üşüyorsan Ormanı Yakayım Tubakız

Alp de ben de doğaya da hayvanlara da saygılı kimseleriz. Hele ağaçlara… Amaa üşüyorsak işler değişir işte. Hahaha, amma komiksin Tubakız. Müsaitseniz bir anımızı anlatacağım şimdi:

Karlı gecenin bir gün sonrasında, kanyona varmadan önceki son gecede az kalsın büyük bir felakete sebep oluyorduk. Sanırım yaşadığımız ilk ve en büyük tehlikeydi. Çanta hazırlığında görev paylaşımı yaptığımızı söylemiştim, işte Alp’in getire getire üç adet kulak temizleme çöpü getirdiğini falan… Gaz kartuşunu da ben getireyim madem dedim. Ama ne bileyim o meretin yükseklerde, soğuklarda çalışmayacağını. Daha önce yükseklere soğuklara mı çıktım ben? Her neyse, yanımızda pişirebileceğimiz envai çeşit erzağımız, sabahları yudumlayacağımız kahvemiz var ama kartuş çalışmıyor, iki gündür ocağı bir türlü kullanamıyoruz. Canımıza tak demiş, sıcak bir şey çekiyor gönlümüz.
Hisarçandır’la kanyon arası geceyi geçirdiğimiz yer, aman Yarabbi kupkuru her an tutuşmaya hazır çalılar, otlar, ağaçlarla dolu; fırsatı mı değerlendirsek acaba? Hava kararmaya yakın mecburiyetten oraya kurulduk, manzaralı falan değil ama idare edeceğiz artık. Bu arada çok çok az bir suyumuz kalmış, ama artık kanyona yakın olduğumuzdan mıdır nedir, yanı başımızda bir ağacın dibinde bir su birikintisi gördük, muhtemelen hayvanlar falan gelip içiyor ama öyle çok bulanık bir su da değil, içilebilirliği yüksek gibi. Yav hem içilemez olsa bile, çok bulanık olsa bile söker mi bana sevgili okurlar, kaç sezondur Bear Gryls izlemişim ben, he hey! Orada hep gösteriyordu işte susuz kalır ve berrak olmayan su bulursanız çorabınızla süzün diye. Hep de deneyimlemek istiyordum. Alp’i de ikna ettim, dedim gel, alalım suyu süzelim çorabımızdan. İkna ettim diyorum çünkü Alp su ve gıda konusunda çok temkinlidir, e haklı olarak elbette. Ama bende dümdüz cahil cesareti olduğundan, tereddüt ya da korku da yok. Tam aptal özgüveni var bende sevgili okurlar, of. Dedi süzmekle olmaz, en iyisi kaynatalım, mikrobunu kıralım. Bazen böyle emmi lafları ediyordu. “Mikrobunu kıralım”mış… Tamam dedim, kıralım.

20170122_174858_HDR-01.jpeg

Ateş için bir şeyler topladık falan. Ben asla anlamam ateşten. Getir götür işlerini yaparım o esnada. Çakmağı bir çaktı. Çakmıyor. Yav hahaha ÇAKMAK ÇAKMIYOR SEVGİLİ OKURLAR. Yav ağırlık olmasın diye üç adet kulak çöpü taşıyan adam bu sonuçta, acaba bile isteye mi gazı bitmiş çakmak getirmişti? Ustacığımın ilk kez bir salaklık yaptığına tanık oluyordum, bir yandan da konduramıyordum. O benimkilere yüzlerce kez tanık olduğundan kanıksamıştı neyse ki. Ama çakmağın nasıl olduysa gazı mı bitmiş, gazı mı akmış ne olmuş.
Yani tutuşturabileceğimiz her şeyi atıyorduk, minicik bir kıvılcımla saniyelik tutuşmalar sağlıyorduk ama asla uzun süreli bir ateş yanmıyordu. Artık üflemekten gözlerimiz kanlanmıştı. Bakın aşırı fedakarca ve zekice bir şey yaptım ben tam da bu anda; sıkılmayalım diye yanımda Scrabble getirmiştim, yolda oynarız diye çünkü Alp’i yenmek çok zevkli. Üflemekten yılınca, gözler kanlanınca dedim feda olsun, ustacığımın çakmak gözlerinden (çakmak demeyin bana) kıymetli mi; Scrabble’ın o levhasıyla ateşi yelleyelim dedim. Ateşi harlamakta bir etkisi olmadığı gibi, bir de güzelim oyunu mahvettiğimizle kaldık. Sonra dedik madem bu kartuş çalışmıyor, neden biz içindeki gazla bu ateşi tutuşturmayalım? Aşırı mantıklı bir fikir bence.
Alp vanası bozuk kartuşu ters çevirerek tutuşturacağımız ufak bir çırpıya gaz damlatıp o esnada da hemen çakmakla tutuşturmaya çalışıyor. Öncesinde bir alev ama sonra pıss diye geri sönüyor ateş.
Bunu bir denedik iki denedik derken, Alp kartuşu elinden bırakmadan ateşe çok yakınken yeni bir kıvılcım filizlendirmesin mi sevgili okurlar? O filizlenme bizim gaz kartuşuna sıçramasın mı, Alp’in elinde mini bir alev topu peydah olmasın mı, Alp o panikle elindeki kartuşu çadırın oraya doğru fırlatmasın mı… Şu bahsettiğim şey belki bir iki saniye içinde gözümüzün önünde oluverdi.
Ay, yanıyoruz sevgili okurlar!

1010067-01.jpeg

Alp neyse ki aşırı soğukkanlı ve akıllı birisi de, panikten çadır tarafına fırlattığı alev almış gaz kartuşunu bir tekmeyle ağaçların arasına şutladı, ama şimdi de ormanı yakıyoruz! Hem gerizekalı, hem cahil hem de çok korkmuş hissediyorum.
O böyle tekmelerle falan ateşi bertaraf ederken ben bir köşede oturmuş şoka giriyorum mecbur, ne yapayım. Bu arada kayanın üzerinde, bir şişede bitmeye yüz tutmuş temiz suyumuz, bir şişede de kaynatmak üzere beklettiğimiz bulanık suyumuz. Vallah ben o gece orada yalnız olsam bu salaklıkla, ve kriz yönetemezlikle ormanı da kendimi de yakmıştım ama Alp geldi hemen, bir de bakın bu detay önemli, bulanık suyu kartuşun üzerine döküp sonra da ayağıyla üzerine basıp alev topunu tamamen söndürdü. Yeminle yakıyorduk az daha. Şimdi sakın yanlış anlamayın çok büyük bir aksiliği ve ihmalkarlığı öyle güle oynaya anlatıyor değilim, müthiş bir felaketin önüne geçmiş olduk, bir hatadan ders alışı anlatıyorum bir nevi. Yani mahvolurduk eğer bir yer zarar görseydi.
Neyse, Alp’in o müthiş su hamlesine ağaçlar, ben, kayalar, hepimiz selama durduk, hepimiz ustacığımı alkışlıyoruz. Vallah bende gözyaşları sel oldu gitti o esnada, çünkü en ufak bir şekilde bir yere zarar vermiş olsaydık yeminle utançtan kendimi ateşe verirdim ben de. Alp’e bir kez daha hayran oldum vallahi sevgili okurlar, yalan yok.
-Üşüyorsan memuriyetimi yakayım ustacığım.
(Şakamdan da anlaşıldı ise; ben öğretmenimdir sevgili okurlar, üç yıldır uzun yola düşmek için para biriktiriyordum, üçüncü yılın ilk çeyreğindeki ikramiyem de sevgili yoldaşım oldu, bundan sonra senin adın Alo 177 olsun ustacığım.)

1010099-01 kopya.jpg 1010108-01.jpeg

Sıcak Denizler
Göynük’te kanyona kavuşup da yeşillik, su ve sıcak hava görünce moral barımız hemen yeşillendi. Bu arada üç gündür sadece balık ve bal yiyoruz. Evet petek petek bal. Keşke bal virali almış olsaydık ama, Alp’in çok iyi kalpli bir dostu, ailesiyle birlikte bize kucak açmıştı ve gitmeden de yolluk hazırlamışlardı. Çorba, bal, simit, muz… Yiyecek hiç bitmez gibi geliyor başta. Bir de bazen sırf yükten kurtulmak için bile yediğimiz oluyordu, zevkine. Ocağımızın da orman yakma dışında bir fonksiyonu olmadığından sıcak yemek, ne bileyim porsiyon porsiyon köfte arayışındaydık. Muradımıza Göynük merkezde erdik.
Yola düşeceğiniz insanla temponuz, fikirleriniz, ilkeleriniz uyumlu olmak zorunda sevgili okurlar, yoksa üçüncü gün bıçağı takarsınız birbirinize. Alp, benim uyum içinde hareket edebildiğim tek fani. Uyumlu olmayan yönler(imiz) bile zaten bir süre sonra yolun ritmine göre birbirine uymaya, birbirine karışmaya başlıyor. Bu değişkenler, var olması gereken benzerlikler içinde bence en önemlisi de damak tadı. Yoldaşınız ile damak tadınız ne kadar tıpa tıp ise o kadar verim elde edersiniz sevgili okurlar. Ay Tubakız, bunlar ne can alıcı tavsiyeler, vallahi helal sana!

Göynük’ten sonra biz ilk çakallığımızı yapıp çok kısa olan bir mesafeyi minibüsle hallettik. Alp’i henüz otostop ile tanıştırmamıştım, bekleyecek sabrımız ve gücümüz de yoktu, bir kereden bir şey olmaz diyip Tekirova yolunu minibüsle aldık. Dağlar bizi mahvetti acilen düze inip dinlenme planımız var çünkü.

P1010229.MOV_snapshot_00.05_017.02.12_14.27.18 kopya.jpg

Tekirova’da Boncuk Koyu’nda geceledik. Tekmelediğimiz ve ormanı yakayazan kartuş var ya, o hâlâ yanımızda bu arada. Çakmayan çakmak da yanımızda. Göynük’te marketten gıda stoğu yaptık ama çakmak almayı elbette akıl edemedik. Salaklığı da bölüşüyorduk demek ki.
Tekirova’da minibüsten inip koya doğru giderken birkaç kilometrelik bir yolumuz vardı, orada iki tane şüpheli şahıs görüp çakmaklarını bize sonsuza dek ödünç vermelerini rica ettik. Birisi dede yadigarı bu diyip vermeyi reddettiyse de, diğeri bize bir çakmak armağan etti ve dünya bir aylığına güzelleşti. Çakmağımız ve ateş yakmak için bol vaktimiz ve de Stanley marka tenceremiz tavamız var var sevgili okurlar, şimdi içinde kim bilir neler neler olduğu asla belli olmayan hazır çorba pişirmeyelim de n’apalım? Biz açlıktan kırılıp sıcak bir çorbayla coşup, Alp de bunu paylaşıma döküp ekmeğinin peşinde koşarken birisi “hazır çorba mı o” yazıp burun kıvırmış. Yav tabii ki hazır çorba sevgili okurlar, tarhana mı kaynatayım size?

1010163-01.jpeg

Boncuk Koyu’nda yorgunluğumuzu atıp kahveye çorbaya doyduktan sonra devam ettik. Ha eğer sorarsanız ara öğünlerde molalarda ne yediniz Tubakız diye, elbette Snickers sevgili okurlar. Bir de şu Dardanel Ton’un tenekede olmayan balığından. Zeytinyağlı hem de. Balık yolda büyük lükstü bizim için ama Snickers’a alternatif sağlıklı bir şey var mıdır bilemem, tek bir Snickers saatlerce götürüyordu bizi. Bir de biz çok sık mola veriyorduk, manzara görünce kalakalıyorduk bu nedenle çok sık başvurduk bu yönteme. Ha bir de kuru yemiş, o da gayet ideal. Cebinize doldurup hem yiyip hem yürüyebilirsiniz. Buradan bir bilirkişi çıkıp da yürürken kuru yemiş yemek çok tehlikelidir, boğaza kaçıp mefata sebebiyet verir derse onu bilemem tabii. Biz tamamen el yordamıyla karar verdik her şeye.

1010174-02.jpeg

Seferin en en en fırtınalı gecesini geçirdiğimiz Beycik Bükü’ne vardık. Bi Göynük’te merkezde insan görmüştük, bir de şimdi. Bize çay çorba ikram ederler dedikse de umduğumuz gibi olmadı. Ama en azından selamlaşıp gülümseştik. Günden güne o kadar kirleniyor, çirkinleşiyorduk ki –fiziksel olarak elbette- temiz pak bir iki surat görmek bizi motive ediyordu.
Motorlu seferde bakkala çakkala su bulmaya hep Alp gider, ben de çadırı beklerdim genelde. Yani ben kullanabiliyor olsam elbette ben giderdim, hayat müşterek. Onu öyle çoğu kez yorduğumu düşünerek de yürüyerek çıktığımız bu seferde getir götüre koşturmam konusunda ben istekli oldum. Yav istekli oldum da ne bileyim beni 3-4 kilometre ötedeki yolunu bile tam ezberleyemediğim bir çeşmeye yollayacağını. Sevgili ustacığım işte böyle hayat kadar acımasız, hayat kadar gerçekti.
Neyse fırtınalı gece sabahı gözümüzü sağ salim açmışız, bunu birer bardak çorbayla taçlandırmak gerek. Alp müthiş bir fikir buldu hemen, hadi ben biraz fotoğraf çekeyim SEN DE TA BİLMEM NEREDEKİ ÇEŞMEYE GİT TUBAKIZ. Hay hay canım, hay hay, hemen gidiyorum.
Canım ustacığım her daim böyle hakkaniyetli görev paylaşımları yapardı. Bu arada yinelememde fayda var; çanta hazırlarken her şeyden kıstık gerçekten, öyle ki termos bile almadık yanımıza ağır diye. Yani Alp beni çeşmeye salıyor ama elime tutuşturduğu şey bir adet litrelik pet şişe, iki tane de Stanley kap… Ve bunların ağzı açık, bir tane kulptan tutarak taşıyorsun. Ve yol çamur dolu, engebe dolu; benden beklediği şey de hem çeşmeyi bulmak, gidişte ve dönüşte kaybolmamak, hem de suyu dökmeden getirebilmek. Alp sınırlarını asla zorlamayacak kadar temkinli, lakin benim sınırlarımı zorlayacak kadar da umarsız bir insan, yerim. Çünkü sakarlığımın da bilincinde.
Ama o gün artık açık hava zihnimi mi açtı ne yaptıysa, ben hem kaybolmadım hem de el göz koordinasyonumu başarılı şekilde sağlayıp suları dökmeden getirebildim. Şişeyi kapüşonuma koyup, kapları da elime alıp tıngır mıngır geldim. Ormana ateş salan, tekmelenen, oradan oraya savrulan Nurgaz’ımız da burada çalıştı şükür, artık yemeklerimizi kolayca pişiriyor olacağız. Ta Kaş’a kadar, çünkü Kaş’ta bir sabah uyandık ki tüp bitmiş sevgili okurlar. Neyse oraya daha yolumuz var…

1010239-01 kopya.jpg

Sıcak Denizlerde Bir Rus
‘Balkan Seferi’nde Hızır’la rastlaşmamızı anımsarsınız. Anımsamadıysanız muhtemelen okumamışsınızdır ama canınız sağ olsun. Bu seferin acaipliği de Olimpos yolunda rastlaştığımız o deli Rus gençti sanırsam.
Bu arada bazı güzergahları bahsetmeden geçmiş olabilirim, aklımda kalanları diyorum ben sadece sevgili okurlar, hatırımda kalmamışsa siz de oralara gidivermeyin bi zahmet.
Ben hep derim, Alp de bu fikirde olduğu için onu da çok severim, bir şey yapmak için ideal sayı bir, maksimum ikidir diye. Tek başına olmak en güzel belliyordum ama, birlikte bir şeyler yapıyor olmanın da zevkine varıyorum yavaştan. Fakat üçüncü (kişi) felakettir sevgili okurlar, hele de yolculukta.
Hatta benim birkaç arkadaşım sefer öncesi şaka yollu soruyordu bana, ay ben de geleyim mi diye. Allah’ın varsa gelmezsin diyordum ben de, biz ikimiz birbirimizi sırtlayacağız üçüncü neye gerek? Hatta Alp’in bir arkadaşı da şaka yollu rica etmişti gelmek için ama, n’olur o da küsmesin darılmasın YOLA ÜÇ KİŞİ ÇIKILMAZ SEVGİLİ OKURLAR, ÇI KIL MAZ.

1010359-01.jpeg

Ama Olimpos yolunda, bize taa Çıralı’ya kadar eşlik edip bir gece de bizle geçirecek bir deliyle rastlaştık. Delilikle “sayko”luk arası bir yerde. Kâh savaş mağduru, kâh siyasi suçlu olduğunu iddia ediyor, az buçuk bildiği dillerde şarkılar söylüyor. Dilleri nerede mi öğrenmiş, akademideyken öğrenmiş elbet sevgili okurlar. Tutarlı yalanlar söyleyen şahane bir profesyonel. Cebinde üç tane bıçak taşıyor, birisi mutfak bıçağı ebatında. Güler yüzlü, konuşkan dalyan gibi bir manyak.
Bizi gördü, sevdi ve bize eşlik edip edemeyeceğini kibarca sordu.
Yol konusunda hayati kararları hep Alp’e bırakırım. Bıçağı takar mı acaba diye düşünmeyip, yol nasılsa herkesin diyerek Alp’in ağzından çıkan aa tabii ki ile Grigori ‘nin(yalan değilse eğer, adı buydu) bizimle gelmesine göz yumduk. Çetin yollarda az daha mefatımıza sebep verip sürekli sigara içen bu tuhaf gençle Çıralı’ya kadar vardık. Alp’in niyeti “Fake Africa” diye nitelediği o yüzyıllık ağaçların altında gecelemek, gece de yıldızları seyretmek. Düşününce hoş bir ambiyans, ama savaş mağduru bir kaçıkla nasıl olur denemek gerek. Zaten “Feyk Afrika”ya varınca deli bizden ayrılır diye umduk ama, geldi çadırını dibimize kurdu. Tabii ki kurulabilir sevgili okurlar, toprak hepimizin. Ama “kamp yasaktır” bölgesine kurulduğumuzdan, iki kişi gizlenmek çok rahat iken sürekli gitar çalıp bambaşka dillerde şarkı söyleyen bir deliyle gizlenmek bizi azıcık tedirgin etti. Grigori bir yanda çadırında, biz öte yanda yıldızların altında romantik romantik konuşlandık. Rahatsız eden de olmadı ama ederlerse de katiyen kalkmayız zaten, bir de Grigori’yi tanımazdan geleceğiz, o gitsin bize ne.
Geceyi mecbur onunla orada geçirdik. Ertesi sabah merkezde bir çorbacıda Grigori’ye nazik bir şekilde yol verip önce Olimpos’a, orada denizden ve güneşten faydalandıktan sonra da, dağlık yolu şimdilik terk eyleyip, PTT kapanmadan evvel yetişmek üzere anayoldan otostopla Adrasan’a doğru devam ettik. Çünkü Alp’in talan edilmiş bir kamp alanından iç ettiği bir çadırı ve fazla yüklerimizi eve yollayacağız.

P1010347 kopya.jpg P1010349 kopya.jpg

Çıralı’daki şu muhteşem manzarayı güzellemem gerek evvela:

Alp, buluttan yağmurdan yıldızdan mutlanan çok güzel bir insan. Göğü seyretmeyi zaten kim sevmez? Kurulduğumuz her ışıksız alanda ‘bu gece kesin yıldızları izleyip sevinç dolacağız, uf süper olacak’ diyip uyuyakaldığımız çok olmuştur. Kara gereksiz romantizm yüklemesi yapmak ne kadar manasızsa, yıldız için de aynı şey geçerli. Ama çok güzeller n’apayım. Gazi şehrimizde hiç yıldız yok hem, taşı toprağı taş toprak, tavanı da hep bina çatısı…
Neyse Çıralı’da gecenin bir körü, hafif üşüyerek uyandım. Yoldaşımın sıcaklığı ve beleş Loap tulumumla üşümem neredeyse imkansız, ama bir yerden soğuk geliyor. Alp dedim, üşüyorum. Alp diyor ki evet. Dedim ne yapıyorsun, dedi fotoğraf çekiyorum. Gözlerim tamamen kapalı ama soruyorken. Dedim ne çekiyorsun, içerideyiz. Yıldızlar çok güzel Tubakız, onları çekiyorum diyor.
Açmış kapıyı efil efil, makinasını ayarlamış “yokarıyı” çekiyor. Dedim insan haber verir, dedi ama uyuyordun.
Ayy, canım…
Uyandırmaya kıyamayacak kadar içli, soğuktan donduracak kadar umarsız bu insanla bir sebepten yolumu bir ettiğim için mutluydum. Sonra da çadırdan dışarı çıkıp bu kareleri yakaladık işte. Yani o yakaladı ben hep seyrettim.
Yıldızları.

P1010354 kopya.jpg

Merhaba Bayram Amca, Öpeyim
Adrasan’da Alp’in öve öve bitiremediği bir gözlemeci vardı. Yolun başından beri söylüyordu, bayılacağın bir yer Tubakız diye. Seveceğimiz ya da asla hoşlanmayacağımız yerler de Alp’le bire bir örtüşür. Ben emindim gitmeden de seveceğimden ama mesele burada gözleme değil.
Şimdi burada ne haddime, ‘nerede ne yenir’ tavsiyesinde bulunmayacağım sevgili okurlar ama ne olur, bakın ölümü öpün Adrasan’a yolunuz düştükçe Bayram amcanın yerine gidin. Çünkü bana dedi ki:
-Siz gene gelin, gelmeseniz bile bi selamınızı gönderin.
Çok içli bir bireysin Bayram amca.
PTT’de kargo işimizi halledip, gözlemeciye vardığımızda vakit akşamüstüydü. Amca Alp’i tanıdı, hatırladı hemen. Ben de anında muhabbeti kurup Alp’i gölgede bırakarak amcanın bana odaklanmasını sağladım. Rol çalmayı severim sevgili okurlar. Lütfen siz de amcaya giderseniz Alp’in değil benim selamımı iletin. Alp’in yanındaki sevimli hanımefendinin en çok selamı var diyin, amca da desin ki, hangi sevimli hanımefendi, hep başka başka hanımefendiler olur desin.
Neyse.
Niyetimiz gözleme yemek, eşyaları bırakıp markete uğrayıp Karaöz yolu için gıda stoklamak, sonra da sahile gidip kurulmak. Ama sahile bi 3-5 kilometre var.
Bayram amca çok iyi bir insan, bitkileri, doğayı, yaşadığı toplumun insanını çok iyi tanıyor. Çok bilgili, kültürlü. Habire Türk aydınına sövüyor. Artan orman yangınlarından tutun da, çiftçinin mağduriyetine kadar her şeyden onları sorumlu tutuyor. Biz de harlıyoruz tabii ateşi. Gerçekten bu sırça köşkte yaşayan Türk aydınının bir bok bildiği yok sevgili okurlar. Bayram amca, onunla hemfikir oluşumuza tanık oldukça daha bir coşuyor. Biz de hazır sohbet koyu; patatesli, kıymalı, kaşarlı ne kadar çeşit varsa söylüyoruz.
Laf lafı açtı, vakit yavaştan akşama kavuştu, sonra da Bayram amcanın bize mi kanı kaynadı ne olduysa, ya da her yolu düşene mi teklif ediyordu anlamadım, siz bu saatten sonra kamp mamp yapmayın, alın size anahtar eve geçin yatın dedi. Aa, sen insansan biz neyiz acaba Bayram amcacığım?
Her seferde tanık olduğumuz iyiliklere, buyur edilmelere elbette alışıktık. Fakat Likya yolunda, kapılarının önünden geçtiğimiz insanlar, e buna da şükür, en fazla portakal sunuyorlardı bize. Fakat ilk kez kanlı canlı bir ademoğlu şıngır mıngır anahtar sallıyordu şimdi tüm içtenliği ile.
Eşek değiliz, nezaketen hayır dedik önce. Ama ikimizin de nasıl içi gidiyor, çünkü çetin yollar sonrası size de sıcak bir yatak vadedilse siz de coşarsınız sevgili okurlar.

P1010384 kopya.jpg

Çantaları orada bırakıp markete gidip döndük, geldiğimizde Bayram amca bizim fikrimizi dahi sormayıp, aha ev orada anahtar üzerinde içeride her şey var geçin yatın, dedi. İyilik altında ezilmekle, emrivakinin naifliğine hayran kalarak bin bir kez teşekkürle derme çatma köy odasına yerleştik. Sanırım Bayram amcanın eski evi o, artık kullanmıyor. Çünkü az ötede iki katlı, bakımlı başka bir ev var. Bize resmen ev açtı, oda tahsis etti.
Sabah da yedirdi içirdi, devasa portakalları çantamıza tepiştirip uğurladı.
Böyle iyilikler gözümü dolduruyor benim. Bir de üzerine basa basa ekledi; anahtar orada, her zaman gelin, gelmeseniz de selamınızı gönderin.
Ağlak ağlak bu kadar yazdım ama şimdi gidip de selam ilettiğinizde, Bayram amca onlar da kim yav derse lütfen alay etmeyin sevgili okurlar. Belki de bu hikayenin Hızır’ı Bayram amcadır, belki hikayenin Grigori’si benimdir de amma da iyi sallıyorumdur…

P1010385 kopya.jpg

Neyse peynirli 4, patatesli 6, kıymalı 8 lira. Öyle girişte “GÖZLEME 4 LİRA” yazdığına aldanmayın siz. Bu da sizlere dev hizmetim.
Şimdi de Karaöz’e doğru yürüyoruz.

1010447-01.jpeg

Alp yol üzerindeki Gelidonya Feneri’ni de öve öve bitiremiyordu, e haklı.
Feneri yıllarca işletmiş bir Demir ailesi varmış onlardan falan da bahsedip durdu. Ama onları zaten gidince tabelalardan okuyabilirsiniz. Ben fenere ve buradan sonra geceleyeceğimiz Korsan Koyu’na ilk kez Alp’le gittim. Önceden durdurduğum araçlar beni en fazla merkezi noktalara kadar getirmişlerdi, buraları sanırım sonraya saklamıştım ya da merak mı etmemiştim bilmiyorum ama bir şekilde hep pas geçmişim. Bir yerleri ondan önce görüp bilip ahkam kesmeye bayılsam da, onun bana önderlik etmesinden de farklı bir haz duyuyordum. Her neyse, fenerin hikayesi ve manzarası için oldukça heyecanlıydım. Alp’in daha önce kurulduğu noktaya gidip kuracaktık çadırı. Oradan gün doğumunu izlemek çok güzelmiş ama, Alp asla ama asla uyanmaz ki sevgili okurlar. Balonlara bile zar zor uyanmıştı. Hep laf, hep beklenti…

1010437-01.jpeg

İşte fener için, manzara için de beni böyle haklı bir beklenti içine soktu. Bir de bahsettim, yolun başından beri hep ağırdan alarak yürüdük. Herhangi bir varış noktası asla planlamadık. Ama zaten 20 km’den de az bir yol var fenere, bir zahmet vakitlice varalım bu kez. Ama hem çiş molası, kahve molası derken epey oyalandık, hem de benim, neden bilmiyoruz, bileklerim şiştiğinden yani en çok da benim yüzümden epey yavaşladık, tökezledik. Nitekim hava kararmaya çok yaklaşmışken biz fenere varamamış olduk, 3 kilometreden daha az bir şey vardı ama sürekli tırmanışa geçeceğimiz bir yoldu. Bu nedenle Alp çok saçma sapan bir yerde kurulmamız kararını aldı. Bense, benim yüzümden fenere varamayacağımız için azıcık üzülüp dellendim oracıkta, hele Alp’i de yoldan alıkoyduğum için kendime çok kızdım. Sonuçta belki de ben orada olmasam kendi başına varabilecekti. Bunu kendime yediremedim.
Karanlıksa karanlık gel fenere varalım dedim yanaşmadı; bırak beni gideyim kaybolursam jandarmalar beni bulsun dedim; fakat bu dediğime de ben bile yanaşmadım çünkü ne jandarması sevgili okurlar telefon mu çekiyor acaba Allah’ın dağında?
Velhasıl, geceyi saçma sapan bir yerde geçirip sabah fenere devam ettik. Ben bir süre şu taşta “ben küstüm oynamıyom” oturuşu gerçekleştirdim.

P1010417 kopya.jpg

Gece boyu sancılandım, sabah uyandığımda da ise hafiten cırcır olmuştum.
Kıssadan hisse: Dağın başında iseniz, üzülmeye duygusallaşmaya yer yok sevgili okurlar. Telefonunuz çekiyorsa belki bir nebze.

1010477.jpg

Fener sonrası da Korsan Koyu’nda iki koca gün geçirdik. Çadırı kurduğumuz nokta o gün rastlaştığımız günübirlik yürüyüşçüler tarafından epey alkış aldı. Hepsi Alp’i övdü ama Alp’e lütfen buraya kuralım diyen bendim sevgili okurlar. O ise ehe mehe, sağ olun diyerek tüm övgüleri göğüsledi. Varsın göğüslesin, ben o esnada Scrabble skorumuzu hesaplıyordum.

IMG_20170205_172734_812.jpg
(Fotoğraf Patara’dan bu arada sevgili okurlar, lütfen çaktırmayın.)

Alp’le her konuda rekabet etmeye bayılıyorum. Fakat bu oyunda onu yenmekten artık o kadar yorulmuştum ki, artık oyundan tat bile alamıyordum. Bu yüzden de, bu kez çorap değilse de bir zamanlar kendime hediye olarak aldığım Scrabble’ımı finalde ona armağan ettim.O da bana tahtadan çatal, çataldan kuş armağan etti.

IMG_20170214_172500_940.jpg
(Sevgili yoldaşımın elinin emeğiyle yaptığı bu armağanı başta çok mahcup olup kabul edemedim. Böyle değerli bir şeyi sakarlık yapıp kırar isem nasıl bir vicdan azabı çekerimi düşündüm. Ne mutlu, hâlâ sağlam.)

Şimdi muhtemelen pas geçtiğim yerler çok olmuştur ama, buradan sonrası Kaş’a kadar hep otostopla devam ettik. Alp virajlarda mahvoldu, dedim eyvah kusacak bu gene, mefat geliyor! Korkulacak ciddi bir şey olmadı ama bu olası mefat sinyali bize durun artık sinyali verdiğinden, Kaş’tan sonra ha gayret son bir çabayla Patara’ya vardık. Bence Patara Türkiye’nin en güzel plajı, onun için uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok. Şu Alp’in yakındığı köpekten bahsedeyim ama azıcık. Yok yastığını bozmuş da, yok ben peşine takmışım da…
Biliyorsunuz, sevgili yoldaşım sanki ben evin küçük oğluymuşum gibi her yere ama her yere beni yollar. Patara’yı da pek sevdim, pek seviyor diye, birkaç gün orada geçirme, sonra dönüşe geçme kararı aldık. Ama yanımızda erzak bitiyor. Sahilin en izbe en yasak en güzel yerindeyiz. En yakındaki bakkal Gelemiş Köyü sınırları içerisinde, Gelemiş sahile nereden baksan 4-5 kilometre mesafede.
Alp gene muazzam fikirle çıktı karşıma, hadi ben çadırı toplayayım sen koş bakkala git. Hay hay, gideyim tabii. Hem zaten canım Cici Bebe ve süt çekiyordu.
Neyse yürüdüm köye vardım, giderken yolda hafiften bi içim buruldu ama. Çünkü yoldaşımla, günler, haftalar sonra ilk kez “ayrı düşüyorduk.” Aman Yarabbi, sanki hiç normalde aylarca ayrı düşmüyormuşuz gibi. Ben tabii artık son günlerimiz ya, felekten bir gün misali, zencefilli gazoz, çekirdek, salam, makarna, ne seviyorsak yüklenmişim. İnsan düşünür değil mi, ben o kadar yol naylon poşet içinde bunları nasıl taşıyacağım diye. Ben düşünemiyorum ama. Sonra bunlar bana git gide bir ağır gelmeye başladı ki…

1010541-01-01.jpeg

Köyde de bu köpek peşime takıldı, ben de gelsin madem sahile dedim. Gidenler bilir, o ören yeri girişinde az ötede tepede birkaç ev var. O evlerin de köpekleri…
İşte o köpekler benim peşimdeki köpeği düşman belleyip ufak çapta saldırı düzenlediler. Bana garezleri yok tabii, muhtemelen köpeğe kıl oldular ama etrafımda ufak bir boğuşma yaşanırken ben de her kriz ortamında yaptığım gibi kaçışı tercih ettim, yoldan, kavgadan sapıp kendimi dikenlerin otların arasına yuvarladım. Poşetler delindi, ben de berelendim, kavga dinip köpekler uzaklaşınca da, kötek yemiş köpekle yaralı yaralı sahile döndüm. Döndüğüm gibi de kendimi buz gibi suya bıraktım. O esnada da canım köpeğim, sevgili yoldaşımın azıcık rahatını kaçırmış. Çadırın altını eşeleyip eşeleyip yastığını bozmuş. Ne diyeyim canım Allah gerçekten de başka bir dert vermesin.
Patara’daki birkaç güzel gün sonrası beş farklı araçla ve elimizde varış noktalarını yazmak amaçlı taşıdığımız tahta bir levhayla Antalya’ya dönüp seferi sonlandırmasak da şimdilik yarıladık.

1010522-01.jpeg 1010764-01 kopya.jpg

Yine asla ama asla ipe sapa gelmeyecek anılar ve neşeli çoraplar ile yazımı sonlandırıyorum sevgili okurlar.
Giderayak müjdeyi de vereyim bari; Alp, canına tak etti de bir motor aldı artık. Yakında birkaç aylığına bir yola düşecek. Bense sahibinden.com’dan katır fiyatlarına bakmaya başladım bile.
Gidip de dönmemeyi dilemiştim ama, birkaç ay içinde muhakkak bunu başarmak ümidi ile…
Ve de adettendir; “sevgilerimle…”

Yüreği de basenleri kadar kocaman olan
Tuba Pasaklıkök

 

4 cevap

  1. sipazilla dedi ki:

    Okurken çok eğlendim, affınıza sığınarak köpeklerden kaçışınız gözümde canlandı sesli sesli güldüm.

  2. potasyumsiyanür dedi ki:

    salaklığı bölüşmek :)
    üşüyorsan orman yakarım, ciddiyim,az kaldı :) neyse bişey olmamış

    güzel insanlarla, güzel yollara…sevgiyle kalın

  3. fatih dedi ki:

    Çok beğendim :) okurken gezdim o zahmete ben girmeyeyim,nasıl olsa benim yerime geziyi yapmışsınız :)

  4. Hoşbeş dedi ki:

    Ne zamandır nette bu kadar uzun bir yazıyı okuyacak heyecanlı bir metinle karşılaşmamıştım.Okurken çok eğlendim, yazının samimiyeti suratımda tebessümler doğururken, fotoğraflar ise büyüledi.Bir an önce bende gitmeliyim hissiyatı doğurdu.

    ”Kara gereksiz romantizm yüklemesi yapmak ne kadar manasızsa, yıldız için de aynı şey geçerli. Ama çok güzeller n’apayım.” deseniz de o karlar romantizmi değil soğuğu çağrıştırırken, o yıldızlı gökyüzü fotoğrafı ise benim sanki ordaymışım gibi içime işledi.:)Elinize dilinize yüreğinize sağlık.Sağlıklı, mutlu, güzel, huzurlu selülitlü yıllara kavuşmanız dileğiyle:)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir