Haftasonu kamp yapmalık süper bir yer ve arkadaşlar buldum. Kum tepeleri Patara tadında tam. Aşağıdan kaynak suyu da çıkıyor ama çeşme tertibatı paslandığı için suyun tadı çok hoşuma gitmedi. Yalnız buraya lüks araçlarla gelip bidon bidon su alıp gidiyorlar, çok ilginç. :) Sestroretsk / Russia
Akşam yemekte etli kaşa var. Çok seviyorlar, gerçi ben de alıştım kaşaya artık. :)
Olga, Vitaly ve Dennis ile beraber kum tepesinden dolunayı seyrederken… Azıcık beyaz gecelerle dolunay ışığı karışımı ilginç bir hava, yanında da közde patates.
Bir ara Dennis’le müzik sesleri gelen plaja yürümeye karar verdik. Gece ormanda yolu bulmak çılgınca olsa da çıplak ayakla en az 2 km yürüdük. Sese doğru gitmesi kolaydı, ama dönüş biraz daha karışık geldi. Gece yarısı çadırların başına döndüğümüzde Vitaly ile Olga bizi bekliyordu, başımıza bir şey geldiğini düşünüp uyuyamamışlar. Dennis’e de kızdılar biraz. :)
Ertesi gün ormanda pedallama zamanı! Olga’nın bisikletine el koydum. :p
Kamp yaptığımız kum tepesinin aşağısı. Bir ara içinde yıkanan atlar gördüm sanki, doğru hatılıyorum umarım.
Renginden dolayı kolalı göl diyorlar buraya. Coca cola gölü diyen de var. :)
Vitaly görünmez güçlerle savaşırken!
Kolalı göl denmesinin sebebi rengiymiş. :)
Ormanda bir piyano mu! Lokasyonu kaydedeyim, burayla ilgili planlarım olmalı.
Veda vakti. Çok eğlenceli insanlar. Sürekli yiyecek ya da içecek bir seyler hazırlıyorlar. Olga ve Vitaly minibüsleriyle geçen sene Balkanlara gitmişler. Bu sene de benim geldiğim güzergahtan İstanbul’a gideceklermiş.
Planım buymuş: Motorum, çadırım, terkedilmiş piyano ve tipik Rusya ağaçlarıyla tek başıma fantastik bir kamp.
Kotlin adası üzerinden geçen yol ücretsizmiş. O kadar uzun bir köprü nasıl ücretsiz olur idrak edemedim. Nasıl da alıştırmışlar bizi. Ardından Peterhof’a geliyorum. İlk izlenimim buranın çok büyük olması.
Petro öyle bir yazlık saray yaptırmış ki, her yer ışıl ışıl. Fışkıran sular, yemyeşil bahçeler, altın kubbeler… Peterburg’un belki de en güzel yeri.
Etrafta mangal yapan ya da sigara içen birilerini görmüyor olmaya pek alışkın değilim böyle yerlerde.
Deli Petro’nun muhteşem yazlık sarayında adım başı oraya buraya fışkıran sular, herhangi bir pompayla değil direkt kendi tazyikiyle fışkırıyor.
Grand Palace – Peterhof
Natalia’nın çizdiği rotayı takip ediyorum. Peterhof’tan sonra Gatchina’dayım.
Burada kamp yapmaya izin verirler mi bilemedim. Zaten havanın kararmasına daha var, güneye doğru hava kararana kadar devam etsem daha iyi olacak. Belki tekrar yolum düşerse o zaman değerlendiririm.
Ne buldun orada bakalım! :)
Çok huzurlu burası gerçekten. Eğer Rusya’da nerede yaşarsın diye bir teklifte bulunurlarsa Peterhof-Gatchina arasında bir yer olabilir derdim. Petersburg’a da yakın, kum tepeleri ve kola gölü de uzak sayılmaz.
Gatchina Sarayı
Eğer trenin başına denk geldiyseniz, stop edin ve motordan inip azıcık egzersiz yapın. ortalama 5 dakikanız var. :)
Pskov’a doğru giderken aynı zamanda çadır kuracak yol üstü bir yer bakınıyordum. Hava karardı ve başım da yavaştan ağrımaya başladı. Dinlenme tesisi tarzı bir yerde parketmiş karavanı görünce hemen içeriye girdim. Tavsiye edebilecekleri ya da gidecekleri yeri soracaktım. Tam yaklaşırken karavan hareket etmeye başladı ve gitti. Belki uzağa giderler diyerekten takip etmedim. Ardından içeride oturan motorcu çiftin el salladığını farkettim, gidip yanlarına oturup tanıştım. Sonra işletmeci geldi ne istersin diye sordu, ben de çadır kuracağım bir yer bakınıyorum aç değilim demeye çalıştım. Meğer amca Azeri’ymiş. Beni görünce çok sevindi. Hemen kebap hazırlattı, buralara kadar gelmişin yemeden olmaz diye de ekledi. Aslında karnım da açtı, reddetmeden yumuldum kebaplara. 50 gündür yediğim en güzel yemekti. Benden bir kaç hafta önce bisikletli gezgin Ramil abi’de buradaymış.
Ardından motorcu çift evlerine davet etti, biraz düşünüp kabul ettim. Hayabusa önde ben arkada Luga’ya -evlerine- doğru hızlıca gittik. Uzun süredir o kadar hızlı sürmemiştim.
İyiki de kabul edip gelmişim, harika insanlar ve evleri de çok ilginç. Sabah uyandığımda bu bahçeyle karşılaşınca şoka girmedim değil.
Sergei’in oğlu sabah akşam Jiguli’siyle uğraşıyordu. BMW’yi onun kadar sevmezmiş.
Sergei’in her bişeyi olan garajını görünce CBF’e biraz bakım yapayım dedim. Şehre gidip yağ aldık. Bizim oralardan biraz daha uyguna satılıyormuş Motul. Zinciri, filtreleri ve motor yağını güzelce elden geçirdim fırsat bulmuşken.
Bizi pek rahat çalıştırmadı, yerinde duramıyor. :)
Buralarda CB400’ler çok popüler.
Sıkı bir Hayabusa’cı bu arada. Aynı zamanda da 650’lik canavar gibi crossu var. Eşiyle beraber evin hemen arkasındaki yemyeşil ormana iki motor dalıyorlarmış sıkılınca. Harika bir parkur var hemen arkada. Kışın düşünemiyorum nasıl zevklidir… Yaşanacak yerler listeme ekliyorum bu kasabayı. (Luga)
Evin arkasında böyle bir yer daha var. Ne güzel yer burası, uzun bir süre sıkılmam burada. Kışın çok kar yağıyormuş, tam benlik.
Gerçekten onlarla karşılaştığıma çok mutluyum. Hiç tanımadıkları bir adamı evlerine davet etme cesaretlerini de kutluyorum. Bol bol yemek yedirdiler yine. Oxana ve Sergei, Rusya’ya tekrar gelirsen mutlaka bize yine gel, daha uzun zaman kal bu sefer diyor.
Üç gün kaldıktan sonra bu çok mutlu yuvadan ayrılıp yola devam ediyorum. Umarım tekrar görüşürüz…
Trinity Katedrali / Pskov
Luga’dan sonraki durağım Pskov. Sakin bir yer, buradan da Belarus’a geçerim.
Haritamda görünen sınırda kapı falan yoktu, yaşlı bir teyze oturuyordu sadece, o da durma devam et diye işaret etti oturduğu yerden. Ben de benimle alakası olmayan bir kontrol noktasıdır, asıl sınır kapısı ileridedir diyerek devam ettim. Etraf gittikçe yeşilleşmeye ve güzelleşmeye başladı, Rus hattım da roaminge geçince tamam dedim Belarus burası gerçekten. Yalnız ne Rusya’dan çıkış ne de Belarus’a giriş damgası var pasaportumda. İçim rahat etmedi ve geri döndüm. Görevliye neden giriş yaptığıma dair bir işlem yapmadığını sordum. Rusya-Belarus arasında gerek olmadığını söyledi. Tatmin olmasam da yola devam ettim, 10 km sonra bir polis gördüm arabaları çeviriyordu. Arkalarında durup bir de onlara sordum, benzer cevabı aldım yine. İçim rahat değildi, ama neyse dedim. Öndeki arabadan inen adam biraz bizim o taraflardan gibiydi, nereli olduğunu sordum, Azeri’ymiş. :) Biraz muhabbetten sonra Ilgar, gel misafirim ol evim 50 km ileride diye samimi bir davetle evine çağırdı. Tamamdır diyip takıldım peşine. Ilgar harika bir insan, önce yemek yemeye ailesinin yanına sonra da yakında taşınacağı özenle hazırladıkları eve gittik. Ev senindir, rahatına bak dedi direkt. Allah razı olsun gerçekten.
Ilgar, oğlu ve arkadaşı. Motoru güvenli olsun diye tırının garajına koyduk. Aslında dışarıda da problem olmazdı, Belarus güvenli yer bana kalırsa. Ilgar, 14 senedir Rusya’da, 8 senedir de Belarus’ta. Artık Konya’ya yerleşip ailesiyle beraber orada yaşamak istiyor. Burada işleri çok güzel ama bunalmış iyice, daha huzurlu bir yer istiyormuş.
Sabah erkenden uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra motorumu almaya gittik ve Polatsk’tan yola çıktık.
Abi ne gönlü zengin insanlar var, yolda atıştırırsın diye gitmiş alışveriş yapmış Ilgar. Helalleşip vedalaştıktan sonra Minsk’e doğru yola devam ettim. Yanımda da Ilgar’ın arkadaşı Ruhsan var, o da Minsk’e gidiyormuş. Önden o arkadan ben beraber gittik. Yolda benzin almak için durduk bir ara, depoyu fulledikten sonra ödemeye giderken, ben ödedim tamamdır dedi. Olur mu abi öyle iş, niye ödedin diye sordum, aldığım cevap: Allah için! Allah razı olsun hepsinden de…
Minsk’e bol yağmurlu bir yolculuktan sonra ulaştım, Ruhsan ile ayrılıp kalacak bir hostel araştırmaya başladım. Göl kenarı güzel bir yer buldum. Hava da bir güzel açtı, günlük güneşlik. Eldivenleri kurusun diye koydum ben de. :)
Minsk’e gelirken 4 saat boyunca yağmurda sürüş yaptım. Aksiyon kameranın su geçirmez kabının takılı olmanığını tamamen unutmuşum. Saatlerce su alıp ıslanmış, hostelde farkettiğimde artık çalışmıyordu. Detaylı bir kurulama işleminden sonra tekrar hayata döndü. :)
Kaldığım hostelin göl manzarası. Fiyatı 100.000 BYR yaklaşık 20 TL.
Madeni paranın olmadığı ülkedir Belarus. O en üstteki 100’lük bizde 2 kuruşla denk. Bir alışveriş yapiyorsun bir sürü kağıt para veriyorlar, monopoly paraları gibi. Bu arada Visa’nın geçmediği yerler oldu, nakit para mutlaka bulunmalı.
Belarus’a girerken pasaport kontrolü bile olmamıştı ve içim rahat etmemişti hatırlarsınız. Minsk’e girdiğim gün aynı zamanda Türk konsolosluğuna da gittim bilgi almak için. Sağ olsunlar mesai saati bitse de ilgilendiler. Sınırda kontrol olmadığı için Belarus’a yada dışı girmişim, yakalanırsam eğer Belarus yasalarına göre yargılanacağımı ve öyle bir durumda yardımcı olamayacaklarını falan söyledi. Belarus’a bir daha Rusya üzerinden girmememi ve ivedi bir şekilde Rusya’ya geri dönmemi tavsiye etti.
Moskova gibi trafikli değil.
Şehir, Sovyet döneminin izlerini daha iyi yansıtan bir şehir olarak kalmış.
Minsk caddeleri
ACadde ve sokaklar oldukça temiz. Avrupa şehri olmayı daha çok benimsemiş, diğer Doğu Avrupa şehirlerine göre.
Belarus Milli Kütüphane
Elimde fotoğraf makinesi görünce; beni de çeker misin diye sordu, tabii ki dedim ve çektim. Gönlü olsun amcanın. :)
Troleybüsler buralarda da halen hayatta.
Bazı binalara yakışmış.
Belarus’ta ana yollar güzel. İç kısımlardaki yollar da fena değil. Renkli renkli köy evleri ve yeşillik içinde çok keyifli yolculuk yapılıyor. Rusya’ya göre daha saygılılar trafikte motosikletlere karşı. Aynalarını kontrol etme alışkanlıkları var, motor görünce şeridin en sağına yanaşıyorlar. Alışık olmadığımız bir durumlar.
Belarus’ta gece hayatım; Ay, yıldızlar, çadır… :)
Hayvancılık Rusya’ya göre daha aktif sanırım. Ilgar’ın anlattığına bakılırsa et ticareti pek mantıklıymış burada.
Cenaze töreni varmış, bi kenara geçip ben de izledim. Sonra mezarlığı dolandım biraz, gencecik yaşamını yitirenler epey fazla geldi bana.
Çok eğlenceliler. Saman balyası çifti. :) – Orsa / Belarus
Tır parkına kurdum bu sefer çadırı. Hava epey soğudu buralarda, pek detaya girmeden tulumun içine girip ısınayım istedim. En az tır olan parka yerleştim hemen. Tekrar Moskova’ya geçiyorum bu arada, Moskova’da rota planlaması yapacağım, aynı zamanda İstanbul’dan arkadaşım geliyor onunla görüşeceğim. İki plan var, Batı Kazakistan’a kadar gidip güneye doğru inmek ya da Moskova’dan Romanya vizesi ayarlayıp Ukrayna-Romanya-Bulgaristan (Belki Balkanlar) yapmak. Bilmiyorum kafam karışık biraz…
Saman balyası görmek bile mutlu edebiliyor. :)
CBF’in oturuş pozisyonu 300-400 km’den sonra yorucu olabiliyor arada bir. Gidonu biraz yükseltip yakınlaştırsam faydası olabilirdi aslında.
Belarus’a girdiğimde harnika köy evleri vardı. Renklerine bayılmıştım, ama fotoğraf çekmeye üşenip sürekli ertelemiştim. Bir daha da öyle renkli köy bulamadım. Yolculukta fotoğraf işi biraz değişik. Normal bir yerde durup, evet şimdi fotoğraf çekmeliyim diye bir kaç poz yakalayıp yola devam ediyorum. 5-10 km sonra harika bir yer çıkıyor karşıma ve üşenip durmuyorum. :)
Bugün burada yağmur var. Bayılıyorum çadırdayken yağmur yağınca. En son Gürcistan Anaklia’da fena yağmur yağmıştı, yakınımdaki böcekler kendini kurtarmak için çadırıma tırmanıyordu hatta, çok eğlenmiştim. Biraz işe güce bakayım, dinerse Moskova’ya…
Tekrardan Moskova’dayım, sorunsuzca geri döndüm. Yasadışı girdiğimi öğrendikten sonra bir kaç gece daha kamp yapmak gibi gereksiz bir rahatlık vardı. Şansıma kontrole gelen polis olmadı.
Geldim gelmesine ama yağmur peşimi bırakmadı. :) Moskova’yı bir de karlar içinde görsem, şahane olurdu.
Novoarbatskiy köprüsü.
Moskova Nehri
Şehir ışıl ışıl her zaman.
Dünya küçük! Moskova’da İstanbul’dan arkadaşım Cihan ve eşi Ela ile buluştuk bugün. Özlemişim, çok iyi oldu valla. Evlilik sonrası tura çıkmışlar, akşama Kiev’e doğru devam edeceklermiş. Moskova’nın yerlisi olarak biraz rehberlik yaptım. :) Ben de yarın Ukrayna’ya doğru geçiyorum bakalım.
Tırları tatlı tatlı solluyordum ne güzel, tam bir tanesini geçtim derken polis atladı hemen yola, çek sağa diye. Sollama yasağı vardı ve trafik sigortamın süresi dolmuştu. Rusya’dan çıkıyorum diye de yeniletmemiştim. Ne yapayım durdum mecbur. Hatalı sollama yaptığımı anlatıyor ama şansıma İngilizce bilmiyor ben de anlamıyor gibi davranıyorum. Ehliyet, ruhsat ve sigortayı istiyor, anlıyorum ne dediğini ama pasaportu gösteriyorum. Israrla hayır bu değil diyor, gülmemem lazım tutuyorum kendimi. Ehliyetimi gösteriyorum A2 var bak ne güzel falan, sonunda pes ediyor ve yola cezasız devam. :) 50 km kaldı Ukrayna sınırına, bakalım çıkış yaparken trafik cezam var mıymış öğreneceğim.
Ukrayna’ya girmeden sökelim şu RUS stickerını.
Gizli gizli çektim. :P Benim motoru aramadılar yine. Şimdi Ukrayna kapısda bekliyorum, sadece bir araba var önümde.
Adamların günahı almışım, çok temiz sınır geçişi oldu. Ukrayna askerleri ve diğer personeller çok samimiydi. Türkler iyidirler, Ukrayna’ya hoş geldin, abi bi gaz versene falan baya eğlenceliler. Aslında buradan Sumy’e takipçilerimden Azat’a gidecektim, ama yolları pek önermedi askerler, ben de direkt Kyiv’e gidiyorum. Gelmiş kadar oldum, çok teşekkürler Azat.
Ukrayna’da yol boyunca kontrol noktaları var. Üzerlerine sıkılmış kurşunlar ayrı bir hava katmış. Hatta sınır geçerken dikkatimi çekmişti, Rus kapısından çıkıp Ukrayna kapısına gidene kadar yolun sağında ve solunda takla atmış ve yanmış dört araba gördüm. İlkini gördüğümde normal kazadır diye düşündüm, ama diğerlerini de görünce daha farklı senaryolar geldi aklıma. Durup fotoğrafını çekecektim, yanlışlıkla beşincisi de ben olmayayım diye vazgeçtim. Buralar şimdilik normal bana kalırsa.
Bugün epey yol yaptım, 800’ü geçmiştir. Kyiv’e 140 km kalmış ama üşendim, yol üstünde bir parka kuruldum hemen. Sabaha devam ederim. Nizhyn / UA