Ankara, Kapadokya, Çıralı, Patara, Saklıkent 2013 (2800 KM)
Geçen sene tadı damağımızda kalan Antalya turunu, rotayı ve zamanı biraz daha uzatarak tekrarlıyoruz. Bu sefer Antalya’ya direkt inmek yerine; Ankara, Tuz Gölü, Kapadokya, Konya, Manavgat güzergahını kullanıyoruz…
Rota: 2800 KM – Süre: 13 Gün
Motosiklet: Honda CBF1000FA
Yine bir yolculuk günü, heyecandan baş ağrıları eksik olmuyor. 125 litrelik çanta ağzına kadar doluyor, sağa sola takviye çantalarla günün batmasına 2-3 saat kala anca yola koyuluyoruz. Bizde geç kalmak aile geleneği. :)
Otoyolda deli gibi trafik var, CBF1000’i de ilk defa bu kadar yükledim. Motorun yüklü halindeki tepkilerini öğrenene kadar kamyon gibi gidiyoruz. Şehirdışına yaklaştıkça trafik azalıyor ve Sapanca Gölü’nün yanındaki tesislere kadar devam edip mola veriyoruz. İkinci molayı ise hava kararmadan hemen önce Bolu Tünelinin girişinde yağmurlukları giymek için veriyoruz. Sonra Ankara’ya kadar durmak yok…
Ha birde, tünelden çıktıktan bir süre sonra orta şeritte zifiri karanlıkta ilerlerken bir anda kocaman bir kamyon lastiğinin yanından geçiyorum. Memleketimin kamyon şoförleri, eskiyen lastikleri yolda bırakmasını pek bi seviyorlar. Şanslıyım ki sadece yanından geçiyorum. Sanırım ekstradan aydınlatmalara ihtiyacım varmış…
Ankara’ya ulaşıyoruz, şimdiye kadar ruhen soğuk geldiği için hiç gitmemiştim Ankara’ya. Kalacağımız Hosteli bulmak için Kılızay’ı arayıp duruyorum. Gece gece Ankara turu attıktan sonra Deeps Hostel’e ulaşıyoruz. İlginç ve sevimli bir yer, fiyatı da uygun. Ufak bir pazarlıkla iki kişi 50 liraya anlaşıyoruz. (tek kişilik yataklı) Yalnız motorumu dışarıda kaldırıma bırakmak zorunda kalıyorum, alabildiğim tek önlem sadece disk kilidi… Aklım motorda kaldığı için bir saat bile uyuyamadan yeni ve bol yağmurlu gün başlıyor bile.
Gündüz olunca yüzeysel bir Ankara turu daha attıktan sonra, Anıtkabir’i ziyaret edip Kapadokya’ya devam ediyoruz.
Tuz Gölü’nde kısa bir mola.
Çatlaklar çok eğlenceli. :)
Türkiye’nin tuz ihtiyacının %40’ü bu gölden sağlanıyor.
Çatlaklardan sonra göl, cennetteymiş hissi uyandıran eşsiz güzellikte.
Tuz Gölü’nden sonra Göreme’deyiz.
Uykusuzluktan mayışmışım iyice. :)
Gün batımını izlemek için Kızıl Vadi’yi öneriyorlar, biz de gidiyoruz ama hava karardıktan sonra dönüş biraz daha sıkıntılı olacak gibi. En iyisi çoğunluğun şehir merkezinde izlediği tepeden izlemek diyip gün batımını kaçırmadan yerimizi değiştiriyoruz.
Bu tepeden Göreme harika görünüyor, gün batımının her tonu ayrı bir güzellik katıyor Göreme’ye…
Bu arada meşhur testi kebabı için Göreme Restaurant tavsiyesini değerlendiriyoruz. Oldukça başarılı ve civardaki yerlere göre de oldukça hesaplı.
Gece konaklamak için Blue Moon Motel ile anlaşıyorum, motorum güvende bu sefer. Şimdi deli gibi uyuyabilirim. :)
(iki kişi / çift yataklı oda + sabah açık büfe kahvaltı 70 lira)
Güzelce dinlenip enerjileri depoladıktan sonra, Kapadokya’da biraz daha dolaşıp artık Güney’e doğru ineceğiz…
Açık hava müzesinden bir kilise.
…
“Konya”
Uzuuun uzun dümdüz yollar… Eğer tepenizde size ateşli ateşli bakan bir güneş varsa, bu güzergahta uykunuz gelebilir. Güneş vizörünün çok faydası var bu noktada. Aşırı aydınlık havada yolculuk her zaman negatif enerji vermiştir bana. Güneş vizörü, bulutlu bir havadaymışım gibi süper bir moda sokuyor beni. Uzun yolda vazgeçilmezimdir.
…
Günün sonuna doğru güney sahiline ulaşıyoruz. Beldibi taraflarında çadır kurup dinlendikten sonra ertesi gün Phaselis’e doğru devam ediyoruz.
Phaselis ziyaretinin ardından 2-3 günlüğüne Çıralı’ya geliyoruz. Geçen sene olduğu gibi bu sene de huzurlu geçiyor.
Çıralı’ya yerleşmeden önce Ceylan’da yemek vakti! Burada satılan her şey çok lezzetli. Fiyatlar da oldukça hesaplı.
Fotoğraflamayı unuttuğum çok leziz mamülleri olan İpek Pastanesi’ni öneririm. Sahilin hemen arkasında Swiss Jazz Radio çalan, sakin ve oldukça hoş atmosferi var. Fiyatları biraz tuzlu gibi sadece.
Ağacın altına mı yerleşsem, yoksa manzarayı mı önüme alıp keyif mi yapsam kararsız kalıyorum. :) Şimdilik manzarayı seçiyorum, sıcaklar dayanılmaz olursa ağacın altına sığınacağım.
Çıralı’ya gelip sıkış sıkış kampinglerde kalmaya ve oralara bir pansiyon parası bayılmaya hiç gerek yok. Burası harika bir konumda. Tuvalet ve su ihtiyacımızı karşılayabileceğimiz ücretsiz bir yer bile var hemen arkamızda.
Akşam yemeği için makarna hazır! Birazcık yere düşmüş, karıncalar da yer belki. :P
Gece manzara işte böyle! İyi ki çadırı böyle konumlandırmışım. Yıldızlar, gökyüzü, demir atmış yelkenliler… Uyumadan rüya başlamış gibi.
Sabah güneşten iyice ısınmış çadırdan dışarı çıkınca tekrardan hoş geldin diyor Çıralı. Yukarıdan sıcak bir güneş, denizden tatlı ve serin bir esintisiyle…
Bu sefer çadırım ve motorum yan yana. :) Bir de çadırı ağacın altına çekiştiriyorum, sabah olduğunda biraz daha fazla uyumak için.
Çıralı’yla vedalaşmadan önce bir kez daha Ceylan’a gitmeden olmaz. Sonrasında Finike-Demre arasında muhteşem virajlar ve keşfedilmemiş minik koylar var. Buradaki buz gibi su, öylesine temiz ve berrak ki…
Virajlar muhteşem yalnız yolda yer yer yüzeyi kaplayan ziftler aşırı sıcağın etkisiyle tehlike doğurabiliyor.
Bu koya şimdilik yukarıdan bakıyorum, ilerleyen zamanlarda burasıyla özel olarak ilgileneceğim. Gözüme şu minik mağrayı kestirdim bile. :)
Hmmm, güzel fikir burası. Mutluluklar dilerim…
Hiç böyle bir fotoğrafım olmamıştı derken bu sefer o da oldu. Fotoğraf çekildikten sonra geri dönüp artçımı alıyorum tabii ki. :)
Sıradaki çadır mekanımız Üçağız.
Daracık dağ yollarından iniyoruz bu sevimli köye. Girişinde çiçekli evler karşılıyor. Aşağıda şahane bir deniz ve denizin üserinde sevimli küçük tekneler…
Yürüme yolu boyunca güzel güzel lokantalar dizili. Bu akşamki yemek faslı çadırın orada olacağı için deneme fırsatımız olmuyor.
Çocukluğumun burada geçmesini isterdim. Kim bilir, belki o zaman da teknemle geziyor olurdum.
Antik kalıntıların yanına dikmiştim gecekonduyu. :) İki tane de karavanlı komşum vardı hatta.
Çadırın manzarası da böyleydi; durgun, sakin, sessizce bir köy… Kekova’ya geçmek için bolca tekne var. 10-15 liraya anlaşılabilir.
Yukarıdan bi Kaş’a bakıp yola devam.
Kalkan’a geçmeden önce Kaputaş’ta durmadan olmaz. Geçen sene gece olduğu için girememiştik içimizde kalmıştı. Güzel koylarımızdan burası da. Yalnız yıllar önce Kaputaş’ın yapımı sırasında düşerek hayatını kaybeden işçilerin isimleri küçük metal bir levha üzerinden denizi izliyor bizimle beraber. Onca insanı mutlu eden Kaputaş, zamanında kaç kişiye hüzün getirmiş oysa ki…
Kalkan’da arkadaş ziyaretinden sonra Patara’ya geçiyoruz. Geçen sene direkt köy meydanında karavanlı çiftin yanına kurmuştuk çadırımızı. Bu sefer köy meydanında karavan yoktu, biz de dolaştık biraz belki başka yerde karavanlı buluruz diye. Hemen yakınlarda bir kampinge rastladık. Kocaman ücretsizdir yazıyordu, hemen yanaştım tabii. :D Çünkü normalde kampinglere çoğu yerde bir pansiyon parası kadar ücret istiyorlar. Çadırla konaklamada ücret ödemek benim ruhuma aykırı geliyor. Elektriğe ya da buzdolabına hiç ihtiyacım yok, duş/tuvalet ise olmazsa olmaz değil ikame yöntemler mutlaka vardır. Sonuçta doğal yaşam! E o zaman motor ne alaka? Ya işte hem modern hayattan hem doğal hayattan ortaya karışık bir konsepti benimsedim ben, böyle mutlu oluyorum. :D Kısacası ücretsiz oluşu ve civarda karavanlı komşu bulamayışımızdan Camel Kamping’e yerleşiyoruz. Kamping işletmecisine ve çalışanlarına tekrardan teşekkürler.
Konum olarak Patara plajına 3 km, kum tepesine ise 1,5 uzaklıkta ve köy meydanının hemen yanında.
Patara’nın efsane yengeçleri. :) Çok sevimliler.
Patara sahilindeyseniz mutlaka sakin kısımlara doğru ilerleyin. Huzur, sessizlik, dalgalar ve sen…
Enfes gün batımıyla Enya’dan Now We Are Free ile kendimi özgürlüğün doruklarında hissettiğim en sevdiğim yerlerden biridir Patara.
Patara’ya 25 km uzaklıkta olan Saklıkent’e geliyoruz. Yolda bacaklarım bir güneşten bir de motor bloğunun sıcağından kavruluyor adeta. O kadar şanslıyım ki, Saklıkent’in girişindeki su aşırı derecede soğuk. Bildiğin buz gibi su. Karşıdan karşıya geçene kadar yanıklar yerini ağrılara bırakıyor derken geçişi tamamlıyoruz. Kimisi burada tamamen suya dalıp çıkıyor, büyük başarı. :)
(Giriş ücretleri: Öğrenci-2.75 TL / Tam-5.50 TL)
İlerledikçe ilerleyesi geliyor insanın burada. Yalnız ilerledikçe engeller zorlaşıyor, su seviyeleri yükseliyor. Yanımda DSLR fotoğraf makinem ve telefonum var. O kadar iştahlandık ki hiç dönmek istemiyoruz. 3 km kadar ilerledikten sonra artık dönme vakti geliyor. Yoksa ne telefon ne de DSLR kalacak. Buranın 18 km uzunluğunda olduğunu söylüyorlar. İlerledikçe daha da zorlaşıyor ve bir noktadan sonra profesyonel olarak bu sporla ilgilenlerin devam edebileceği kıvama geliyormuş. Bizim deneyim ettiğimiz kadarıyla kaymaz tabanlı bir ayakkabı şart. Yanınızda elektronik bir alet olmazsa özgürlüğün tadını çıkarabilirsiniz. Kısacası Saklıkent Kanyonu harika bir doğa, tekrardan gitmek isterim.
Saklıkent Kanyonu’ndan kaza atlatmadan dönebildikten sonra, Gizlikent diye bir yer daha olduğunu öğreniyoruz. Hem şelaleye ulaşması kolay, hem de yiyeceklerin daha uygun olduğunu söylüyorlar. 2 km kadar uzaklıkta, atlayıp gidiyoruz hemen.
Gizlikent ise bana göre Saklıkent’in zorluk derecesine göre daha yumuşak versiyonu. Tabii bir de buranın yapısı kaya yarıklarından daha farklı tropikal bir havada.
Suyun debisi Saklıkent’e göre daha düşük olduğu için yürümek çok daha kolay. Ha birde burası pek bilinmediği için oldukça sakin. Sakin olması da güzelliğine güzellik katmış.
Sona geldiğimizde gökkuşağıyla süslenmiş şelale beni çağırıyor. :)
Altında durmak zor ama bambaşka… Hep merak ettiğim bir şeydi böyle yapmak.
Dönerken kurbağacığa selam. :)
Sabah olduğunda Patara’dan ayrılıp eve dönmek için yola çıkıyoruz.
Burdur-Afyon-Kütahya-Bilecik-Sakarya ve İstanbul’a 15 saatte ulaşıyoruz.
Bu rotayı sevdim, 2800 km oldukça eğlenceli geçiyor. İki ay kadar sonra Patara’ya İstanbul’dan çıkarak bir de Ege kıyılarından geleceğim. Dönüş yolum muhtemelen yine aynı olacak.
Hoşçakalın…
5 cevap
tekrar pataraya gitme isteği doğdu içimde :) yolculuktaki havayı aynen hissettirdin. fotolarda çok kaliteli gerçekten. kazasız belasız seyahatler dilerim.
Ahh Patara ahh… Orada olup gün batımını izlemek vardı kum tepelerinde. Avrupa planlarım suya düşerse bu sene yine Patara’dan geçerim herhalde. :)
Sizlere de kazasız belasız seyahatler, teşekkür ederim.
slm kardeşim ben 125cc yamaha ybr ile istanbul dan ağrı doğubayazıt a gitmek istiyorum 1600km muhtemelen 1\2 günde gidebilirmiyim saygılar lütfen deneyimine ihtiyacım var cvp
Selamlar, bir ay geçmiş anca cevaplıyorum kusura bakmayın. Gidilmesine gidilir ama epey yorulabilirsin, 4 günde gitsen daha keyifli olur sanki. Belki de çoktan gittin. :)
huseyin_medine_37@hotmail.com